NEDEN YAZIYORUM


Ben iktisat okumuş, iş hayatına finans elemanı olarak başlamış, daha sonra da yönetim danışmanlığı alanında hizmet vermeye karar vermiş olan bir profesyonel yönetici ve bireysel girişimciyim.
Üniversite yıllarımdaki düşüncem, beş yıl özel sektör şirketlerinde çalışmak altıncı yıl kendi işimi kurmak üzerineydi. Bu benim için uğrunda mücadele edeceğim bir hayaldi. Ancak bu hayal, geçici bir gençlik hayali değil, hayatımı nasıl yaşamak istediğimin bir kurgusuydu. Hayatım boyunca da bu hayalimi gerçek tutmak için çabaladım.
Bir süre önce Pakistan’ın Karachi kentinde bir seminerde konuşma yaparken salondakilere şu iki soruyu yönelttim;
-          Ne kadar başarılıyım?
-          Neleri, neden başaramadım?
Dinleyiciler içinden her iki soruya da cevap verenler olduğu gibi, çoğunluk başarılarını ifade etti. Katılımcılardan biri aynı soruları bana sordu:
“Siz ne kadar başarılısınız? Başarısızlıklarınız var mı?”
Cevabım çok net oldu:
“Üniversite yıllarında beş yıl özel sektör altıncı yıl kendi işim diyordum. Başarım; kendi işimi kurmak oldu. Başarısızlığım ise bu hayalimi iki yıl gecikmeli gerçekleştirmem oldu”
İnsanın hayatı boyunca peşinde koşacağı hedeflerinin, hayallerinin olması hayata tutunmak adına çok önemli. Bizler iş hayatı profesyonelleri olarak birlikte çalıştığımız kişilere motivasyon üzerine pek çok söz söylüyoruz. Ancak motivasyon denen bu odaklanmanın, öncelikle kendimizden başladığını zaman zaman unutabiliyoruz. Bir iş hayatı profesyoneli olarak çevremizdekileri motive edebilmek için bireysel motivasyonumuzu öncelikle sağlamak zorundayız. İnsanın hayallerinin olması, oluşturduğu hedeflerin peşinde koşması bireysel odaklanması açısından çok önemli. Önce bireysel motivasyon, sonrasında güçlü bir çevre motivasyonu.
Benim motivatörüm hayatım boyunca başarma arzusu oldu.
Üniversite mezuniyetinden sonra çalışma hayatına başladığım ilk yıllarda bir fakülte mezunu olarak bir şeyler bildiğimi düşünüyordum. Öğrenciliğim de öyle sıradan sadece okula gelip giden cinsten olmadı. Öğrencilik hayatım boyunca farklı etkinlik ve faaliyetlere dâhil oldum. Kendimi okul dışında da yetiştirmeye çalıştım. Buna rağmen iş hayatına başladığımda hayatın gerçekleriyle tanışmaya başladım. İlk şok, öğrendiklerimin teori olduğu, bunların realize olabilmesi için farklı yorum ve uyarlamalara ihtiyaç duyuyor olmasını anlamam oldu. Bildiğim her şey yetersizdi.
Şimdi nasıl olup da bu işte başarılı olacaktım?
Bütün hikâye başarmak için ne yapmalıyım, nasıl yapmalıyım, bunun bedeli nedir? Sorularına cevap aramakla başladı. Bugün hala bu arayışım devam ediyor.
Bu arayış devam ettiği içindir ki bu blogda yazılar yazmayı, bunca yıl biriktirdiğim bilgi, deneyim ve hikâyelerimi sizlerle paylaşmayı istedim.
Bilginin yaşayabilmesi için, sonsuzluğa ulaşabilmesi için paylaşılması gerektiğini düşünüyorum. Bilginin paylaşıldıkça değerleneceğine inananlardanım.
Bunun için de farklı platformlarda konuşuyorum, anlatıyorum, yazıyorum.
Bordrolu bir profesyonel olarak çalıştığım yedi yılın ardından -ki bu yedi yıl içinde iki farklı şirkette bulundum- hayalimi gerçekleştirmek için istifaen ayrıldım ve yepyeni bir bilinmeze doğru yola çıktım. Gayet memnun olduğum, şartlarının keyifli olduğu işimden ayrılmam pek çok arkadaşımın tepkisine neden olmuştu. Hatta ilginçtir, üzerinden yirmi bir yıl geçmiş olmasına rağmen kamuda çalışan bir arkadaşım bu kararımı hala eleştirmektedir. 
1997 yılının başında oturup hesaplar yapmaya başladım. Planlar, programlar yaptım. Öyle kısa kısa değil; günlerce, gecelerce sıkıntılı, endişeli ve hatta korkulu. Hayal etmek çok keyifli ve hemen hemen maliyetsiz. Ancak, hayali gerçeğe dönüştürmenin maliyeti var ve oldukça yüksek. Ve benim için en büyük maliyet “başarısız” olmaktı. Bu nedenle günlerce gecelerce iş kurma fikri üzerinde düşündüm ve sonunda kararımı bir kez daha verdim. Aslında yıllar önce vermiş olduğum kararı bir kez daha teyit etmiş oldum ve ilk iş olarak istifa dilekçesiyle işe başladım. Zaten sonrası da bu güne kadar geldi. “Cesaret” korkaklık karşıtı olarak çok iddialı bir kelime. Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre Güç veya tehlikeli bir işe girişirken kişinin kendinde bulduğu güven” olarak tarif ediliyor. Fakat insanın her yeni başlangıç öncesinde içinde yaşadığı korkuyu yenmek için cesarete ihtiyacı var. Eğer doğru yönetebilirsen cesaret iyi bir motivatör.
Bu cesaretle 1997 yılında mevcut işimden ayrıldım ve Türev Yönetim Danışmanlığı şirketini üç ortak,  ben ve diğer arkadaşım resmi, üçüncüsü ise dışarıdan destekleyici ortak olarak kurduk. Ancak ortaklar olarak hayat beklentilerimiz ve hayatı yaşama şeklimiz birbirine uyumlu olmadığı için çok ortaklı yapımızı kısa bir sürede sonlandırarak yolumuza devam etme kararı aldık. O gün yönetim danışmanlığı ve insan kaynakları danışmanlığı hizmetleriyle başladığımız serüvenimiz, bu gün itibariyle iki farklı şirket ve bu iki şirket altında toplanmış altı marka ile yurt içi ve yurt dışı ofislerimizle devam etmektedir.
Bir girişimci olarak, bir bağımsız yönetim kurulu üyesi olarak, bir yönetici olarak, bir danışman olarak, bir eğitmen olarak, bir konuşmacı olarak, bir koca olarak, bir birey olarak bunca yıldır edindiğim deneyimlerimi bir platformda paylaşmak istedim. Deneyim deyince ben sadece iyi, başarılı deneyimlerimden söz etmiyorum. Kötü deneyimler de, başarısızlıklar da insan hayatının bir parçası ve belki de iyi deneyimlerden çok daha fazla öğretici. Çünkü bedeli çok daha ağır. Bu bakış açısıyla yazılarımda iyi ve kötü deneyimlerimden edindiklerimi paylaşmaya çalışacağım. Yukarıda söylediğim gibi bilgi paylaşıldıkça değerleniyor, çoğalıyor.
Bu toplumda yaşayan bireyler olarak her birimizin üzerine düşen sorumluluklar, görevler var. Her birimiz bu sorumluluklarımızın ve görevlerimizin farkında olarak şu hayatı yaşamalıyız. Her birimizin bu toplum için, çocuklarımız ve onların geleceği için bir şeyler yapmak gibi zorunlulukları var. Gelecek için bilimsel bilgiye ihtiyacımız var. Ben de topluma olan borcumu bu güne kadar bedeller ödeyerek edindiğim bilgi, birikim ve deneyimlerimi paylaşarak ödemek istiyorum. Ama bunun için de bir taraftan yeni birikimler edinebilmek adına bedel ödemeye devam ediyorum.
Mevlana’nın söylediği gibi “ Mum olmak kolay değildir. Işık saçmak için önce yanmak gerek.”
Günümüzde bilgi çok hızlı eskiyor. Şirketlerin stratejik mimarisi konusunda çalışan bir danışman olarak konuya baktığımda biliyorum ki bilgiyi devamlı yenilemek ve ancak bu yenilemeyi yaparken kirlenmiş, bulaşmış bilgiden arındırmak gerekiyor. Yani günümüzde bilgiye ulaşma hızımız artık çok yüksek; ancak bu hızlı ulaşım aynı zamanda kontrolsüz bilgiye de ulaşmamıza vesile oluyor. Bilgi profesyoneli olarak bizler bu bilgi güruhu içinden doğru, temiz bilgiyi çekip alabilme başarısını sergilemeliyiz. Çünkü bilgi profesyoneli olarak bizler bilgi ile uygulama arasında birer köprü görevi üstleniyoruz. Teorinin pratiğe dönüşmesinde deneyimlerimizle yardımcı oluyoruz.
Orta çağ entelektüellerini düşündüğümüzde bir bilgiyi edinebilmek için günlerce, aylarca ve hatta yıllarca tecrübe etmişlerdir. 1500’lü yılların Floransa’sında, ellili yaşlarında, ününün zirvesinde olan karizmatik bir sanatçı olan Leonardo Da Vinci’nin karşısında, henüz sanatının başında, genç, kendini ispatlamaya  çalışan Michelangelo başarmak için büyük mücadele vermiştir. Floransa için yapılması istenen Davut heykelini yapma görevi bu genç adama verilmiştir. Eser bittiğinde açılış günü kasları sıkı, kaburgaları belirgin, dizleri yay gibi gerilmiş, gözleri yaklaşmakta olan düşmana kilitlenmiş olan mermerden ibaret Davut heykeli üzerine gün ışığı geldiğinde, heykel adeta insansı bir varlık gibi tüm detaylarıyla parlıyordu. Michelangelo’nun başarılı bir eser yaratması için ihtiyacı olan bilgi insan anatomisiydi. İnsanın vücut yapısını çok iyi bilmek, incelemek zorunda olması nedeniyle bu bilgiye ulaşabilmek için yasak olmasına, aforoz edilme riski olmasına rağmen aylarca kimsesiz kadavralar üzerinde gizliden gizliye araştırmalar, incelemeler yapmıştır. Sadece Michelangelo değil, dönemin tüm ressamları, heykeltıraşları, sanatçıları doğru bilgiye ulaşmak için büyük bedeller ödemişler, büyük fedakârlıklara katlanmışlardır. Bu yüzdendir ki bu gün hala o eserlere gıptayla bakıyoruz. Çünkü her biri ciddi birikimlerin sonuçlarıdır ve her birinde bir yaşanmışlığın hikâyesi gizlidir.
Günümüze geldiğimizde bizler bilgiye ulaşmak için bu denli zorluklar yaşamıyoruz. Elimizdeki akıllı cihazlarla herhangi bir yerde ihtiyacımız olan bilgiye ulaşabiliyoruz. Bu gün bizlerin zorluğu bilgiye ulaşmakta değil, temiz bilgiye ulaşmaktadır.
Antik Roma dönemi ünlü komedya yazarı Plautus’un söylediği gibi “Bilgi kendi mutluluğunun ustasıdır”
Bu gün bilgi profesyoneli olarak bizler kendi mutluluklarımız için bilgiye ulaşmalı, bilgiyi kullanmalıyız. Bunun için de edindiklerimizi çevremizdekilerin kullanımına sunabilme bonkörlüğünü göstermeliyiz. Her birimiz bilgiyi arıyoruz, istiyoruz, özlüyoruz.
Eflatun’un ifadesiyle “bilgi bir algıdır…”
Bilgi profesyoneli olarak bizlerin görevi de öncelikle bilgiyi biriktirmek, biriktirilmiş olanın da başarı için kullanımına vesile olmaktır. Bu düşünceden hareketle bendeniz de karınca kararınca yıllarca biriktirdiklerimi ve biriktirmeye devam ettiklerimi olgunlaştırdıkça bu bloğumda okuyucularla buluşturmak istiyorum.
Keyifli okumalar… 

Yorumlar